Ana Sayfa Arama Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Konuk Yazarlar
Konuk Yazarlar

Yılbaşı Kestanesi

Türkiye’nin doğusundaki bir şehirde liseyi bitirdi. Üç yılda üç ayrı şehirde, üç ayrı üniversitenin, üç ayrı bölümünde birer yıl okudu.

Dördüncü yıl, Türkiye’nin batı sınırındaki şehrin üniversitesine, farklı bir bölüme kayıt yaptırdı. Aradığı bölümü nihayet bulmuştu.

Okurken çalıştı. Yaz tatillerinde farklı şehirlerde, her çeşit işi denedi. Yıl kaybetmeden mezun oldu.

Beş erkek ağabey ile babanın göz bebeğiydi. Diplomasını aldığı bölüm, iş imkânı az, geçerliliği kalmayan mesleklerdendi.

Zeki ve hiperaktif bir kızdı. Girişkendi. Değişik işlerde çalıştı.

Bir gün ani bir kararla yine ülkenin en doğusundaki ücra bir köye, sözleşmeli öğretmen olarak gitti. Artık ‘Çalıkuşu’ olmuştu. Köyü, okulu, öğrencileri çok sevdi. Onlara bildiklerini anlattı. İletişim becerisi yüksekti. Çocuklarla da iyi anlaştı. Velilerin gözbebeğiydi.

Bir yılbaşı öncesi, sınıfta okudukları kitapta, kestane kelimesi geçti. Metinde, kestanenin kabuğu çizilip, sobanın üzerine konulduğu, bir süre sonra kabuğundan hafifçe yanık kokusu yükselince, maşayla alınarak, bir tabakta toplandığı, aile bireylerinin kabuğunu soydukları kestaneleri keyifle yedikleri yazıyordu.

Bir öğrenci, okuma parçası bitince “Öğretmenim, ben hiç kestane görmedim” dedi. Bu söz onu önce şaşırttı sonra üzdü. Ardından diğer öğrenciler “Biz de kestane görmedik. Tadını da bilmiyoruz. Hiç yemedik” dediler.

Bu sözlerin etkisi daha ağır oldu, sarsıldı. Öğrencilerine kestaneyi, yetiştiği yerleri anlattı.

Anlatırken, kendine “Ben bu çocuklarıma mutlaka kestane yedireceğim” diye söz verdi. Bunu yüksek sesle öğrencilerine de söyledi.

Öğretmenin sözü, sınıfı kestane kokusuyla doldurdu. Çocukların ağzı, kestanenin yanıksı, hafif şekerli ve fırından yeni çıkmış ekşi mayalı ekmeğin dış kabuğundaki lezzetle tatlandı.

Bir tatlı söz, bir vaat her yerde olduğu gibi çocuklar arasında da yoğun bir sevinç dalgası estirdi.

Okullar kapandı. Hiperaktif kız, o yaz Ankara’ya geldi. Hemen bir iş buldu. Çalıkuşu gitmiş, kafesi tercih eden papağan gelmişti. Onunla işe başladığı hafta tanıştık. Mesaisi bitince yanıma geldi. Çay ısmarlar mısın? dedi.

Daha o gün okuduğu, gezdiği, yaşadığı  şehirleri anlattı. Ev kirasını baba ödüyor, cep harçlığını ağabeyleri veriyormuş. Para sıkıntısı yokmuş. Boş durmayı sevmiyormuş. Uzun süre bir işte çalışmayı beceremiyormuş. Sevdiği bir işi bile belli bir süre yaptıktan sonra sıkılıyormuş. Kafedeki işini de bir veya iki ay sonra bırakabilirmiş.

Yukarıdaki kestane öyküsünü daha sonraki buluşmamızda anlattı. “Düşünebiliyor musun, çocuklar kestane görmemiş!” dedi. İki yıl olmuş, köyden ayrılalı.

“Peki, sözünü tuttun mu, çocuklara kestane gönderdin mi?” diye sordum. “Hayır, göndermedim. Bir gün kendim gideceğim. Kestaneyi de o zaman götüreceğim. Yüzlerindeki mutluluğu, kestaneyi ellerine aldıkları andaki duygularına tanık olmak istiyorum” dedi.

Bu konuşma, kestane mevsiminde ve Eymir Gölü kenarındaki bir kafede, sobanın üstünde pişirilen kestane kokusu içinde geçti.

Duygusaldı, anlatırken gözleri nemlendi. Kestaneleri kargo ile gönderebileceğine yönelik önerimi reddetti.

Altı ay kadar sonra İstanbul’da yaşamaya karar verdiğini söyledi. İş bulmuş, Ankara’dan ayrılacakmış.

Dediğini yaptı, İstanbul’a taşındı. Haftada bir arıyor, beni ve Ankara’yı özlediğini söylüyordu. Sonra, beni ve Ankara’yı özlediğini belirten cümleleri söylemez oldu.

Daha sonraki aramalarında “İstanbul müthiş. Keşke üniversiteyi de burada okusaymışım. Hafta sonları bütün gün İstanbul’u gezerek tanımaya çalışıyorum. İşim ve iş arkadaşlarım tam benlik. Bu kadarını hayal etmiyordum.” diye mutlu olduğunu belirten sözcükleri sıralıyordu.

Biriyle tanışmış. Telefonla arayıp haber verdi. Bir süredir çıkıyorlarmış. Öğretim üyesiymiş. Kafasındaki profile uygunmuş. Evlilik teklifi almış. Süre istemiş, “Birbirimizi daha yakından tanıyalım. Evliliğe ondan sonra karar verelim” demiş.

“Evleniyoruz, nikâhımız haftaya” diye arayıp düğününe davet etti. Gidebilecek durumda değildim. Nikâhta bulunamayacağımı belirterek, beni hoş görmesini istedim.

Kocasıyla Türkiye’nin en çok kestane üretilen kentine yerleşti. Kocası oradaki bir üniversitede profesör olarak kadro almış. Dört yıldır irtibatımız kesikti. Birbirimizi hiç aramamıştık. Ben anne olduğunu düşünmüştüm.

Geçenlerde Ankara’ya gelmiş, aradı. Kızılay’da buluştuk. Tunalı’yı da Bahçeli’yi de özlemiş. “Hangisini istersen oraya gideriz” dedim.

“Tunalı olsun. Kuğulu Park’ı özledim” dedi. Kuğulu Park’ta banklardan birine oturduk.

Bebeği yokmuş. Anne olup olmamakta kararsızmış. Kocası da çocuk olsun istemiyormuş.

Aralıkta Ankara soğuk olur. Kuğulu Park’ın ıslak bankından rahatsız olduk. Üşüdük. O titredi. Kalktık ve bir kafede oturmak için yürürken, bir seyyar tezgâhtan kestane dumanı burnumuza kadar geldi.

“Ankara’nın kestaneleri güzel olur, haydi biraz alalım” dedi. Kestaneci paket yaparken, o biraz mahcup, “Tüh, kestane tatlısı getirmeyi unuttum. Acele çıktım, böyle oldu. Kusura bakma n’olursun” dedi.

Kestane tatlısı üreten ünlü markaların Ankara’da da satış yerleri açtığını söyledim.

Kafede çay içerken, minik paketten kestaneleri çıkardı. En irisini seçti, kabuğunu soyarken, sordum: “Öğrencilerine kestane götürebildin mi?”

İri kestaneyi soymuştu. İkiye böldü, parçanın büyük olanını bana uzattı. Kestaneyi aldığım anda, “Yedi yıl oldu. Kimi evlenmiş, kimi gurbete gitmiştir. Köyü, öğretmenliği ve öğrencileri unutalı çok oldu. Doğrusunu istersen, ne kestane aklıma geldi, ne köye yolum düştü” diye hızlı hızlı anlattı.

O konuşurken yüzündeki pişkin ifadeyi yakaladım. Elimdeki yarım kestaneyi tam ağzıma atacakken, çay tabağının kenarına yavaşça bıraktım.

Çay da soğudu, kestane de. Ben de soğudum; bir vakit yüzüne bakarken melek zannettiğim, cıvıl cıvıl konuşurken içimi ısıtan kadından.

Bir daha telefonlarına çıkmadım, mesajlarına yanıt vermedim.

Aralıkta Ankara güzeldir ve bu ayda kestane satıcıları köşebaşlarındaki tezgâhlarında müşteri bekler.

Kestane ve ayvayı yan yana görürseniz Ankara’ya kış gelmiştir ve kar kapıdadır.

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER



Frekans Bilgileri: TÜRKSAT 4A Frekans:12265 Polarizasyon:Vertical(Dikey) Sembol Rate 27500 FEC: 5/6